21 Şubat 2014 Cuma

Ham Sanat (Art Brut)

1944’e doğru ressam Jean Dubuffet tarafından ortaya çıkarılan sanat kavramı.
1944′te Paris’te ilk kişisel sergisini açan }. Dubuffet’ye göre ham sanata (art brut) özgü yapıtlar, geleneksel sanat anlayışına karşıdır ve her zaman için, herhangi bir toplumsal sistemin parçası olan her türlü kurumun dışında yaratılmıştır; bunlar sanat kültüründen “zarar görmemiş” kişiler tarafından gerçekleştirilmiş yapıtlardır. Aydınlarda görülenin tersine, bu kişilerde “benzetme” payı ya çok azdır, ya da hiç yoktur; öyle ki, söz konusu yapıtları gerçekleştirenler her şeyi [konu, kullanılan araç gereç, aktarım yolları, yapıtı oluşturma biçimleri, vb.} klasik sanatın ya da günün modası olan sanatın basmakalıp klişelerinden değil de, kendi öz kaynaklarından çekip çıkarırlar. Kaçınılmaz biçimde doğal ve zorlamasız olarak gerçekleştirilen bu tür yapıtlar, çoğunlukla bazı akıl hastalarının plastik etkinliklerini sergiler. Bununla birlikte, psikopatolojik dengesizlik, bir yapıtın ham sanat ürünü olup olmadığı konusunda ölçüt olarak ele alınamaz. Biçimsel uzlaşmalara saygı, toplumsal yaşama uyum gösteren kişilerde olduğu kadar, akıl hastanesine kapatılmış kişilerde de vardır.
Ham sanata özgü yapıtlar yalnızca, yaratılmalarına yön veren “gizemsel bir esin altında kalmış coşkunluklardır”. İşte bu nedenle, Dubuffet, bu türden yapıtları bir araya toplayabilmek için, 1948’de büyük bir araştırmaya girişti (bu toplama işi 1948’de Ham Sanat Topluluğunun kurulmasıyla daha da kolaylaştı).
Dubuffet, araştırmalarını yalnızca psikiyatri kliniklerinde sürdürmekle kalmayıp, ispiritizmacıların girip çıktıkları çevrelere de yaydı; ayrıca, toplumsal yaşamın az çok dışına itilmiş olan ve yaratıcı güçlerini her türlü sanatsal tutkudan uzak tutan birçok kişinin etkinlikleriyle ilgilendi ve şaşırtıcı saptamalarda bulundu: Bunlar arasında Adolf Wölfli’nin boyalı dolapları, Auguste Forestier’nin yontmaları, joseph Crépin’in, Augustin Lesage’ın ve Jeanne Tripier’ nin medyumlara özgü resimleri, Laure Pigeon’un mavi mürekkeple yaptığı desenler, Pascal-Désir Maisonneuve’ün kavkıdan başları, Joseph Giavarinni’nin topraktan ve ekmek içinden yaptığı küçük heykeller, Heinrich-Anton Müllerin sanrılı karakalem çalışmaları, Guillaume Pujolle’ün suluboyaları, vb. yer alır. Bütün bu ürünlerden, ham sanatın kaba, içgüdüsel, olgunlaşmamış bir sanat,aynı zamanda da duvarlardaki karalamalar kadar gerçek bir sanat olduğu ve naif sanatla kesinlikle karıştırılamayacağı anlaşılır.
Dubleks Villa
Garip bir tadı vardır Art Brut’u sahnede izlemenin. Sahneye fırlayıp vokalist Eddie Argos’un karşısına dikilmek ve tıpkı onun yaptığı gibi, kafanızı sallayıp coşkulu el kol hareketleriyle bir şeyler anlatmak, onun söylediklerini onaylamak istersiniz. Öyle doğaldır ki grup, sahnede kendinizden bir parça görürsünüz. Arada o sanatçı dinleyici mesafesi yoktur. Tüm sınırlar kalkmıştır ve müzik sizi grupla bütünleştirir.

Vokalde Eddie Argos, baş gitarda Ian Catskilkin, basda Freddy Feedback , davulda Mikey Breyer ve gitarda ve sahne tasarımında Jasper Future’dan oluşan İngiliz grup, Londra’nın güneyinden geliyor. Bir kuş kanatlarını çırpmış da sanki, bir akımın içine düşüvermiş gibi duran grup üyelerinin tek bir stile, konsepte bağlı kalmak gibi bir kaygısı yok. Mükemmel bir sound yakalama endişeleri de bürümüyor kendilerini. Sahnede arkadaşlarıyla eğleniyorlarmış gibi rahat tavırları, yanlış yapma korkusu olmadan seyirciyle diyalog halinde olmaları dikkat çekiyor. Eddie’nin sürekli sorduğu “hazır mısınız” sorusuna, seyirci güçlü bir “evet “ yanıtı verirken, “size değil Art Brut’a soruyorum” deyip ardından hemen” hayır” cevabını vermesi yüzümüze bir gülümseme yapıştırmaya yetiyor. 
Yaptıkları müziğin içine girmekle kalmıyor, doğrudan hayatlarına giriyor, onların dünyasına dahil oluyorsunuz. Günlük hayatlarını paylaştıkları, kimi zaman sıradan sözlerle bezenmiş şarkıları dinlerken, aslında bu müzikle ne söylese o kadar da fark etmez diyorsunuz. İstediğini tartışsın, istediğini söylesin… Sadece onların söyleyecek bir şeyleri olduğunu bilmek ve bu konuda ne kadar samimi olduklarını görmek zaten beklentinizi belli bir seviyede tutmaya yetiyor. Müziğin içine çekiliyor ve kendinizi kendinizle kavga ederken buluveriyorsunuz. 
Sözlük anlamı ile “raw art / rough art” (kaba, ham sanat) anlamına gelen “Art Brut”, Fransız ressam Jean Debuffet’in bir zamanlar Londra’yı tamamen etkisi altına almış marjinal sanat akımına verilen ad. Debuffet’e göre bu çeşit sanat, kabul edilen kültür sınırlarının dışında yaratılıyor ve buna “outsider art” adı veriliyor. Deliliğin sanatı, dışarıda kalmış sanat. Art-punk akımına öncülük eden, akımın en dahi, en parlak gruplarından biri olarak kabul edilen Art Brut da bir anlamda “öteki”nin müziğini yapıyor. Öylesine tahmin edilemeyen, kaotik ama mütevazı bir indie punk yaratıyor.

Categories:

0 yorum:

Yorum Gönder