21 Şubat 2014 Cuma

Çadırcılık

İslamiyet öncesinde çadır türklerin atları sırtında taşıdıkları evleriydi. Göçer hayat yaşayan Türklerin evleri, obaları, şehirleri çadırlarıydı. Çadırların taşındığı veya üzerinde çadır kurulu olan yüksek arabaları vardı. Keçe, hayvan derileri veya dokumadan yaptıkları çadırların büyüğüne yurt denirdi. Yurt kelimesi günümüzde anlam genişlemesine uğrayarak vatan anlamına dönüşmüştür. Bu dönemde Eski Türklerin en önemli yaşam alanını çadırlar oluşturuyordu
İslamiyetin kabulü ile çadır geleneğinin yok olmadığını Hünkarların sefer , av veya eğlence törenleri için otağları tercih ettiği görülür. Yerleşik hayata geçememize rağmen çadır geleneği günümüze kadar devam etmiş 18 yy dan itibaren kısmen önemini yitirmeye başlamıştır. Her şeye rağmen çadır ve geleneği günümüzde de yaşam alanımızda varlığını sürdürebilmektedir..
Türk çadırları sınıfına dahil olan en gelişmiş çadır türü. Otağ-ı Hümayun adı verilen sultan çadırlarıdır.88 Padişahın sefer sırasında yatıp kalktığı başkumandanlık karargahı olarak kullandığı savaş divanının toplandığı gezici saray büyüklüğünde, pek çok daireden oluşan çok direkli kırmızı çadırdır.
Sultan dışında yalnızca en büyük dini yetkili “Şeyhü’l-İslam” vezirler ve büyük eyaletlerin yöneticileri olan “Beylerbeyi” kırmızı kumaştan yapılan bu çadırda oturma hakkına sahiptirler.
Barış zamanında, padişahın yazlığa veya uzak bir yere gidişinde kullanılırdı. Sultan çadırları daima çevreyi en iyi şekilde gören küçük bir tepenin üzerine kurulurdu. Çadırın kurulduğu yer aynı zamanda Sultanın en üst rütbede bulunduğunu vurgulamaktadır. Doğal olarak sultan çadırı, boyutları ve dış süslemeleri ile diğer çadırlardan üstün olduğunu göstermek zorundadır.
Sefer çadırları çift olup, biri kullanılırken diğeri bir sonraki menzilde kurularak padişaha hazır bekletilirdi. Padişah çadırın kurulup toplanması ile görevli olanlara saray teşkilatında “ÇADIR MEHTERLERİ” veya “HAYME MEHTERLERİ” denirdi.
İçi bölmelerle ayrılmış içice iki çadır şeklinde olan Sultan çadırlarında, padişahın oturduğu, kısmın etrafında yine perdeler ile ayrılmış bir gezinti yeri bulunurdu. Burada nöbetçiler ve savaşçılar beklerdi. Padişah çadırının duvar ve tavanları iki kat kumaştan olup, pencereleri bulunurdu. İçi, toprak zemin üzerine hasır ve keçeler ile kaplanır, bunların üzerine kürk halı serilirdi. Kenarlara, kolay kurulup sökülebilen oymalı, süslü ağaçtan yapılmış sedir ve divanlar yerleştirilirdi. Üzerlerine şilteler, yataklar serilir, nadide nakışlı kumaşlar örtülürdü. Kışın çadırın içi, süslü mangallarla ısıtılırdı. Duvarlara işlemeli kumaşlar ve ince halılar, geceleri ışık vermesi için de altın ve gümüş şamdanlar asılırdı.
Bu çadırlar önceleri, ‘YURT”, “TOPAK EV” veya “KUBBE ÇADIR” denilen, etraf duvarları kafes şeklinde yapılmış panolardan oluşmakta iken, dokumacılığın ilerlemesi ile özellikle XVII. yüzyıldan itibaren karacadır biçiminde, iki veya üç direkli büyük ve geniş çadırlar şeklinde yapılmaya başlanmıştır.
Bu tip padişah çadırları alt kısmı pamuk veya kendir ipliğinden su geçilmeyecek şekilde dokunmuştur. Bunun üzerine de ikinci kat olarak kırmızı ipekten ve haricen rankli şerit ve sırma ile işlenmiş motif ve saçaklar ile süslenmiş ipek kumaşlar örtülerek yapılırdı.
En yüksek dinî yetkili olan Şeyhü’l-İslam, vezirler, Beylerbeyi ve şehzade çadırları da kırmızı kumaştan olurdu.
Avrupalıların hayret ve hayranlıkla izledikleri bu saray büyüklüğündeki otağlar, İslam öncesi Türk hakanlarından devam ettirilen bir geleneğe dayanıyordu.
Categories:

0 yorum:

Yorum Gönder